13.Boğaziçi Buluşması

Call for applications:

5 MAYIS 2019

13. BOĞAZİÇİ BULUŞMASI

Türkiye ve Avrupa Birliği’ni siyasal, sosyo-kültürel ve ekonomik anlamda tarihi süreçte incelemek; diğer ülkelerle ilişkilerini analiz etmek; sorunlara olası çözümleri değerlendirmek; geleceği hakkında fikir paylaşımında bulunmak ister misiniz?

Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu (AÇMÖF); sizi, alanında uzman olan akademisyen ve bürokratlar ile buluşturmak için “Türkiye-AB İlişkilerini Gözden Geçirmek: Kaçırılan Fırsatlar ve Gelecek Önerileri” temalı 13. Boğaziçi Buluşması’na davet ediyor!

Değerlendirme için yapılması gerekenler:

  • Adayların etkinliğe katılım amaçlarını gönderecekleri e-mailde belirtmeleri
  • Özgeçmiş/CV

Bu belgelerin acmof@boun.edu.tr adresine “13. Boğaziçi Buluşması Başvuru” konu başlığı ile gönderilmesi gerekmektedir. Ardından seçilen öğrencilerle tarafımızca iletişime geçilecektir.

Değerlendirme sonrasında seçilecek 60 kişi “katılımcı” statüsünde olacaktır. Katılımcılara etkinlik sonunda sertifika verilecektir.

İstanbul dışından etkinliğe katılacakların konaklama masrafları kendilerine aittir.

* Etkinlik dili Türkçedir.

**Etkinliğe katılım ücreti 30 TL’dir.

***Etkinlik yeri Boğaziçi Üniversitesi Güney kampüstür.

****Programla ilgili daha detaylı bilgi, seçilmiş olan öğrencilere önümüzdeki süreçte verilecektir.

13. BB Programı:

Türkiye-AB İlişkilerini Gözden Geçirmek: Kaçırılan Fırsatlar ve Gelecek Önerileri’’

Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu
Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, Türkiye

5 Mayıs 2019, PAZAR

Salon:Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs, Albert Long Hall Salonu

9.00 – 9.45: Kayıt

9.45 – 10.00: Tanıtım Konuşması o Gülşen DOĞAN, Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu Başkanı

10.00 – 10.15: Karşılama Konuşması o Prof. Dr. Hakan YILMAZ, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, TÜSİAD Dış Politika Forumu ve Avrupa Çalışmaları Merkezi Direktörü

10.15 – 11.00: Açılış Konuşması o Nilgün Arısan ERALP, TEPAV AB Enstitüsü (European Union Institute- EUI) Direktörü, Eski Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nde (ABGS) Ulusal Program Dairesi Başkanı

11.00 – 11.15: Soru & Cevap

11.15 – 11.30: Kahve Arası

11.30 – 12.45: 1.PANEL: ‘‘Siyasi Entegrasyon’’

Moderatör: o Doç. Dr. Dilek ÇINAR, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi 

Konuşmacılar: o Prof. Dr. Ebru CANAN SOKULLU, Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı

o Doç. Dr. Çiğdem NAS, İktisadi Kalkınma Vakfı Genel Sekreteri ve Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

o Doç. Dr. Özlem KAYGUSUZ, Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

12.45 – 13.00: Soru-Cevap

13.00 – 14.00: ÖĞLE YEMEĞİ

14.00 – 15.15: 2.PANEL: ”Ekonomik Entegrasyon”

Konuşmacı: o Mustafa CESAR,Türkiye Cumhuriyeti Ticaret Bakanlığı Dış Ticaret Uzmanı- “Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi”

o Durukan PAYZANOĞLU, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Uzmanı

o Meltem GÜNDOĞAR, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı AB ile İlişkiler Genel Müdürlüğü Tek Pazar ve Ticaret Daire Başkanlığı AB İşleri Uzmanı

15.15 – 15.30: Soru-Cevap

15.30 – 15.45: Kahve Arası

15.45 – 16.15: 3. PANEL: “Kültür, Kimlik ve Sivil Toplum”

Konuşmacılar:
o Doç. Dr. Ayşen ÜSTÜBİCİ, Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Sosyoloji Bölümleri Öğretim Üyesi

o Doç. Dr. Zeynep ALEMDAR, Okan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
ve Okan Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü

16.15 – 16.30: Soru-Cevap

16.30 – 16.45: Kapanış Konuşması-  o Yusuf AKÇA, Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu Başkanı

16.45 – 17.30: Sertifika Töreni

13. BB Notlar:

Nilgün Arısan Eralp

Biyografisinin sunulmasının ardından kürsüye çıkan Eralp, ilk olarak bu alana nasıl yöneldiğinden söz etti. 80 darbesi sonrası İngiltere’de bulunan Eralp burada askeri rejimin olumsuz yanlarını eleştirirken Avrupa Topluluğu’na girme fikri kendisini etkiledi. Yurtdışında yüksek lisans yapması ve dil bilmesinin etkisi ile bu çevreye girme şansı yakaladı. Kendisi şu an da TEPAV Avrupa Çalışmaları Merkezi’nde çalışıyor.

Bugün Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinin karşılıklı güven sarsılmasından dolayı en dipte olduğunu belirten Eralp, daha sonra Türkiye-AB ilişkilerinin hep inişli çıkışlı bir süreç izlediğinden bahsetti. Ardından Türkiye-AB ilişkilerinin geçmişine değinildi. 1964 yılında başlayan ortaklık, 1970’de imzalanan Katma Protokol ve bu protokolün 1978’de ekonomik ve ideolojik sebeplerden dolayı tek taraflı olarak askıya alınmasına değinildi. 1980 darbesinin ardından ilişkilerin askıya alınması, 1990 yılındaysa ülkemizin üyelik başvurusunun kibar bir şekilde reddedilmesi ve genişlemenin dışında tutulması fakat aynı zaman zarfında Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne dahil edilmesi üzerinde duruldu. 1999 Aralık ayındaysa Türkiye’nin aday ülke statüsüne kavuştuğu söylendi.

2000’lerin başı ile reform dönemine giren Türkiye, 2004 yılında Demokrasi Denetleme Kategorisi’nden çıktı (şu an tekrardan girmiş durumda). Bu dönemde serbest piyasanın ekonomik ve yasal zeminin oluşturulması, askeri vesayetin kalkması, idamın kalkması gibi önemli atılımlar gerçekleştirildi.

Bu yıllarda Türkiye ve AB için esen bahar havası, Türkiye-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ilişkileri sebebiyle 8 faslın askıya alınması ve Kıbrıs konusunda AB’nin yanlış tutumları sebebiyle bu hava kaybolmaya başladı. Sarkozy ve Avusturya devlet başkanının ülkemizi kültür ve kimlik açısından dışlayıcı sözleri ve GKRY’nin 6 faslı daha askıya alması ve bunlara AB tarafından ses çıkarılmaması AB’yi ülke içinde savunulması zor bir pozisyona getirdi. AB değerlerinin bize empoze edilmeye çalışılan değerler olarak görülmesi, son seçimde KHK’li mahalli yönetici adaylarına yapılan hukuki yanlış ve AB’nin terslenmesi ilişkileri daha da bozan hareketler oldu.

2013 yılında Türkiye artık katılımı hedefleyen ortak değil stratejik ortak haline gelmişti. 2015’te yaşanan mülteci sorunu sonrası ve Refugee Statement imzalandı. Bu antlaşma AB’nin 6 milyar Euro vermesi ve 72 koşulun yerine getirilmesi (5’i hariç hepsini yerine getirdik) sonrası Türkiye’ye vize serbestisi verilmesi gibi maddeler içeriyordu.

1.PANEL: ‘‘Siyasi Entegrasyon’’

Prof. Dr. Ebru Canan Sokullu

Siyasi entegrasyon konulu panelimizin ilk konuşmacısı Ebru Canan Sokullu’ydu. Özgeçmişi okunduktan sonra kürsüye çıkan Sokullu’nun konuşması Avrupa’nın genişleme politikası ve Türkiye hakkındaydı. Sokullu konuşmasında Avrupa’nın Türkiye’ye bakış açısını irdelerken diğer bazı AB üyesi ve aday ülkelerin AB’ye olan tutumlarına ve ülkelerin iç durumlarına da değindi. Bunları yaparken tarihsel süreçten de bahsetti.

Sokullu ilk olarak Avrupa kamuoyunun sistematik olarak gözlemlendiğini ve bunun da Eurobarometer sayesinde yapıldığını söyledi. Eurobarometer ortak pazar, Avrupa Parlemantosu seçimleri, sosyal politikaların uyumu, bölgesel kalkınma farklılıkları ve enflasyonla mücadele gibi konularda Avrupa toplumunun nabzını tutuyor. Bu gözlemlerden yola çıkarak yeni üye ülkelerde ortak pazara destek yüksekken daha entegre Avrupa Topluluğu’na destek düşük. Brexit’e de değinen Sokullu İngiltere kamuoyunun Avrupa kamuoyundan her zaman farklı olduğunu belirtirken Avrupa’nın genişlemesiyle kamuoyunun desteğinin düştüğünü ifade etti. Genişlemeye tek tepki İngiliz kamuoyundan gelmiyor. Genişlemeye destek sadece yüzde 60 civarında. İngiltere’yle beraber Danimarka da birlikten çekilme taraftarı. Akdenizli Avrupalılar ise eski Avrupalılara göre daha yüksek destek veriyor. Türkiye’nin ise topluluğa katılmasına Avrupa kamuoyu sıcak bakmıyor ve topluluğun Türkiye’ye genişlemesi önemli bir sorun olarak kalıyor.

Tarihsel sürece de değinen Sokullu Soğuk Savaş’tan sonra Yugoslav göç sorununun ortaya çıktığını söyledi. 1989 sonrası Doğu Avrupa ülkeleri topluluğa başvurmayı düşünüyorlar ama bu furyadaysa Türkiye desteklenmiyor.

1999 yılına geldiğimizdeyse Helsinki Konferansı düzenleniyor. Burada Türkiye aday ülke statüsü kazandı ama Birlik üyesi ülkeler tarafından daha ılımlı bir yaklaşım beklenirken öyle olmadı. Birlik ülkelerinde hala bir Türkiye karşıtlığı bulunmaktadır. Bunun sebepleriyse mali yardım, işsizlik sorunu ve Türkiye’nin insan haklarına saygıda başarısız olmasıdır.

2004 Brüksel Zirvesi’ndeyse Türkiye’ye hem destek hem karşıtlık artıyor. Bu zirveden çıkan sonuca göre Türkiye’nin üye olabilmesi için iki önemli koşulu yerine getirmesi gerekiyor. Bunlar insan haklarına sistematik saygı ve ekonomik gelişmedir. Türkiye’nin üyeliğine karşı olanların ana argümanlarıysa olası bir göç dalgası ve Avrupa ve Türkiye arasındaki kültürel farklılıklardır. Bunların haricinde Türkiye’nin genç nüfusa sahip olmasından dolayı bazı üye ülkeler faydacı yaklaşımla Türkiye’nin birliğe katılmasına sıcak bakıyor.

Sokullu konuşmasını ‘’Üyelik devam eden bir süreçtir ve bunun gerçekleşmesi için her iki ülkenin kamuoyu da istekli olması gerekiyor’’ sözleriyle bitiriyor.

Doç. Dr. Çiğdem Nas

Biyografisinin okunmasından sonra yerini alan Çiğdem Nas entegrasyonla ilgili konuşmasına başladı.

Nas öncelikle çıkarların ve değerlerin entegrasyonunun bir arada olması gerektiğini vurguladı. Biri olmadan diğerinin de olmayacağını belirten Çiğdem Nas yine de temelde değerler bazında bir antlaşma olması gerektiğini söyledi.

Türkiye’nin birliğe katılmak için istekli olduğunu ve bunun doğrultusunda rekabet kanunu, tüketiciyi koruma kanunu gibi uyumlu reformlar gerçekleştiğini ve ileriye gitmesi gereken sürecin geriye gittiğini belirten Nas birtakım alternatif modeller üzerinde durulduğunu söylüyor. Bu modeller; reform yanlısı güçlerle ittifakı savunan dış teşvik modeli ya da sivil toplumları güçlendirme üzerinde duran sosyal öğrenme modeli.

Avrupa’yla Türkiye arasındaki ilişkilerin bozulması ve üyelik meselesinin muğlaklaşmasından dolayı entegrasyon süreciyle beraber dış teşvik modelinin getirisini en aza indirdi. Bunun yanında Türkiye’nin teknik anlamda entegrasyonu devam ediyor.

Türkiye’nin hukukun üstünlüğü, anayasa ve kuvvetler dengesi konusunda hala sıkıntılarının olduğunu belirten Nas Venedik Komisyonu raporunu işaret etti. Bunun haricinde Türkiye’nin hala siyasi denetim içinde olduğunu ve Türkiye’nin bu değerleri terslese dahi bu değerlerin hala Türkiye’nin karşısında olduğunu söyledi.

Türkiye’deki ana akım medyayı eleştiren Nas genel tutumun, özellikle batıyla yaşanan sorunlardan sonra Türkiye yükseliyor Avrupa batıyor olduğunu belirtiyor ve bu tutumun yanlış olduğunu düşünüyor Çiğdem Nas. Bu konu hakkında kendisi yanlışların eleştirilmesi gerektiğini ama batının getirdiği olumlu değerler de göz ardı edilmemeli diyor.

Türkiye’nin Avrupa’yla siyasi entegrasyonu, Türkiye’nin demokrasi ve hukukun güvenlik merkezli politikalar etkisinde kaldığı ve ülkemizin içinde iktidarın barışçıl yollarla değişmesi bile tehdit olarak algılanırken Çiğdem Nas siyasi entegrasyonun zor olacağını söylüyor.

Türkiye’nin AB harici alternatiflerini değerlendiren Nas, Ortadoğu’nun istikrarlı bir yer olmadığını, Çin ve Rusya’nın politikalarının şahsına münhasır ve Türkiye için uygun olmadığını belirtirken Türkiye’nin er ya da geç Avrupa ile masaya oturacağını ve zaman kaybetmeden entegrasyon için uğraşması gerektiğini söylüyor.

Çiğdem Nas ayrıca Avrupa’nın Türkiye’yi entegre edemediği için tarihi bir fırsatı kaçırdığını belirtiyor. Sarkozy ve Kıbrıs meselesi, milliyetçi karşıtı söylemler ve artan sağ iktidarların buna köstek olduğunu kaydediyor.

Doç. Dr. Özlem Kaygusuz

Türkiye-AB ilişkilerini anlatan Özlem Kaygusuz biyografisinin okunmasından sonra sahneye çıktı.

İlişkilerde ortaya çıkan durumları ve problemlerin iç politikada kullanıldığını belirten Kaygusuz bunun sebebini ise üyeliğin organizasyonel ve siyasal bir değişim getireceğine, küreselleşmenin yol açtığı iç ve dış politikadaki ayrımın muğlaklaşmasına bağlıyor.

Türkiye ve AB ilişkilerine dair tespitlerde bulunan Kaygusuz şunları söylüyor:

– Türkiye’nin acilen toparlanması gerektiğini ve toparlanmadığı takdirde orta ve uzun vadede sorunlu bir geleceğin Türkiye’yi beklediğini

– İyileştirme çabalarının söylem üzerinde kaldığını

– Son 10 yılda ilişkilerin sürekli kötüleşmekte ve gerileşmekte olduğunu

– AKP’nin hem önemli başarılar elde ettiğini hem çok geriye gittiğini

– Türkiye’nin temel dış politika hedefi olan AB’nin geriye itildiğini

– Bu kötüleşmenin iç politikada bilinçli tercihlerin sonucu olduğunu.

Entegrasyon sürecinde de eleştiri getiren Kaygusuz norm temelli entegrasyon anlayışının hem AB hem Türkiye için azaldığını ve bununla birlikte fayda-zarar analizli kısa vadeli ilişkilerin arttığını ve bu şekilde entegrasyon olamayacağını söylüyor.

Özlem Kaygusuz son olarak Türkiye demokratik bir ülke olsaydı Türkiye’ye özgün bir üyelik modeli geliştirilebilirdi derken şu andaki ilişkinin stratejik ortaklık üzerinden yürüdüğünü söylüyor. Müzakerelerin askıya alınmayacak fakat müzakereler başarısızlıkla sonuçlanmıştır diyen Özlem Kaygusuz ilişkilerin tarihten kaynaklı olarak bu kadar gelişmişken, bu hedefin geri plana atılması kabul edilemez olduğunu ifade ediyor.

2. Panel Ekonomik Entegrasyon

Meltem Gündoğar

Konuşmacılardan ilk olarak Meltem Gündoğar Türkiye-Avrupa Birliği Gümrük Birliği konulu sunumu yapmak için kürsüye çıktı.

1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararının önemi üzerine konuştu. Malların serbest dolaşımı ve ticaret politikaları, tarım ürünleri, gümrük hükümleri, yasaların yakınlaştırılması, kurumsal hükümler, genel ve son hükümler gibi konu başlıkları üzerinden gümrük birliğinden anlaşılanlar başlıklı bir konu çerçevesi çizdi.

Klasik Gümrük Birliği ile Türkiye- Avrupa Birliği Gümrük Birliği arasındaki farklardan söz etti. Serbest Ticaret Bölgesine ek olarak taraflar arası dış ülkelere karşı ortaklık maddesinin ayrımdaki önemine değindi. Yine bu kısımda mevzuat uyumu, taraflar arası güç dengesizliklerinin önlenmesi amaçlı adımlara değindi.

Sunumun alt başlıklarından biri olarak Gümrük Birliğinin tarihçesine değindi. 1963 Ankara Antlaşması ve 1970 Katma Protokol gibi adımları tanıttı. Ankara Antlaşması, ekonomik ve ticari bir antlaşmadır. Katılım sürecinin hukuki ve kurumsal altyapısı sağlanmıştır. Taraflar arası gümrük birliğinin oluşumu gerçekleşti. Nihai hedef olarak Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliği hedef konuldu.  Katma Protokol ile Gümrük Birliği kuruluş esasları ve takvimi oluşturuldu.

Sunumun diğer alt başlıklarından biri olarak Gümrük Birliğinin kapsamında değindi. Malların serbest dolaşımı, gümrük vergileri ve eş etkili vergilerin kaldırılması, miktar kısıtlamaları ve eş etkili kısıtlamaların kaldırılması, üçüncü ülkelere ortak gümrük tarifesi uygulanması, teknik mevzuat uyumu, akreditasyon, standardizasyon, metroloji (ölçüm birimlerinin aynı kullanımı, teyidi), ürünlerin uygunluk denetimi, piyasa gözetimi ve denetimi gibi alt başlıklar tanıtıldı. Tamamı değerlendirildiğinde kapsamın hedefi kalite altyapısını sağlamlaştırmaktı denilebilir.

Mevzuata uyum başlığına değinen Gündoğar Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle antlaşma yapması durumunda Türkiye’nin de yükümlü olduğunu ifade ederken rekabet politikası, fikri ve sanayi mülkiyet haklarına ilişkin mevzuat ve gümrük mevzuatı hakkında bilgi verdi. Bu konularla ilgili çalışmaların yürütüldüğünü belirten Gündoğar hala eksikliklerimizin de olduğunu dile getirdi.

Gümrük Birliğinin Türkiye’ye etkisine değinen Gündoğar bu etkileri statik ve dinamik etkiler olarak ikiye ayırdı ve bunlar hakkında bilgi verdi. Statik etkiler, dış ticarette yaratıcı etki, dış ticarette saptırıcı etkinin önlenmesi, ticaret hadlerine etkisi, tüketim ve kamu gelirleri gibi etkilerdir. Dinamik etkiler doğrudan yabancı yaptırımların artışı, rekabet gücü ve verimlilikte artış, teknolojik ilerleme, tüketici hakları, ölçek ekonomileri, ekonomideki dağılımda rasyonalizasyon gibi etkilerdir.

Türkiye’nin kısa sürede Avrupa Birliği üyesi olacağı öngörüsüne karşın Gümrük Birliği özelinde ne gibi engeller süreci aksattı diye soran Meltem Gündoğar bu başlık altında dört konu sıraladı ve bunlar şu şekildedir: Avrupa Birliğinin karar mekanizmalarında Türkiye’nin aktif bir rolünün olmaması, Avrupa Birliğinin STA imzaladığı bazı üçüncü ülkelerin Türkiye ile imzalamak istemiyor oluşu ve geçiş kotaları meselesi ve iş insanlarının vize sorunları.

Mustafa Cesar

Konuşmacılardan ikinci olarak Mustafa Cesar sunumu yapmak için kürsüye çıktı.

Gümrük Birliğinin güncellemesi meselesi ve bunun önemi hakkında bilgi vererek giriş yaptı. Gümrük Birliğinin ülke ekonomisine olumlu birçok katkısı olduğuna değindi.

Gümrük Birliği ve reformların rekabet gücünü ve Entegrasyonu arttırdığına değinen Cesar Gümrük Birliği ile Avrupa Birliği Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olduğunu dile getirdi. Aynı zamanda Türkiye de Avrupa Birliğinin en büyük beşinci ticaret ortağı haline geldi.

Mustafa Cesar, Gümrük Birliği’nin getirdiği faydalardan bahsetti. Bu faydalar şu şekildedir: Makine ve otomasyon bu gelişim alanlarından önemlileri arasında yer aldı. Ticaret yoluyla ihracatı karşılama hacmi Türkiye için arttı. Uzun süreden sonra Türkiye ticaret fazlası verdi. “Onlar ortak, biz pazar” söyleminde azalma oldu. Gümrük Birliği sayesinde sanayi ürünlerimiz de güç kazandı. Böylelikle Türkiye sanayisinin gelişiminde Avrupa Birliği pazarının önemi belirginleşti.

Diğer taraftan bazı konu başlıkları Türkiye için zorlayıcı durumlar ortaya koyduğunu ifade eden Cesar bunları şu şekilde sıraladı: Karar alma mekanizmasında Türkiye’nin yeri yok. Türkiye’yi karar alma komitelerine almıyorlar. Alınırsa da gözlemci konumunda alınıyor. Türkiye tarafından tercih edilemeyen bir hal alıyor. Avrupa Birliği ile STA imzalayan ancak Türkiye ile imzalamak istemeyen bazı ülkeler olduğu belirtildi. Güney Afrika, Meksika, Cezayir örnek verilebilir. Bu ülkeler Avrupa Birliği üzerinden Türkiye ile ticaret yapmayı tercih ediyorlar. Türkiye firmaları bu ülkelere giremiyor. Avrupa Birliği ekonomik, siyasi ağırlığı ile bu ülkeleri ikna etmeli diye bakılıyor. Ek olarak karayolu tır kotaları da diğer bir sorunu oluşturuyor. Önceki yıllarda belirlenmiş bazı kotalar ticaret hacmindeki artış nedeniyle artık yetersiz gelmektedir. Küresel ticaret ortamındaki değişimlerinde bu duruma etkisi var, ülkeler artık aralarında ikili antlaşmalar yapmayı tercih ediyorlar. Yeni nesil ticaret antlaşmaları ile kapsamlı ticaret antlaşmaları geride kalıyor.

Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusuna da değinen Cesar ‘’3 yıllık dönemde ekonomi kalkındı ve güncellenmesi bir zaruret oldu. Asimetrik yapıda oluşan kısa vadeli bir entegrasyon modeli olarak düşünülmüştü. Fakat bazı sorunlar vardı ama bu bir tam üyelikten önce geçiş aşaması olarak düşünülmüştü o yüzden bu asimetrik yapının zararları göze alınarak bu yola çıkıldı’’ dedi. Mustafa Cesar ayrıca birliğin güncellenmesi halinde ticaretin artacağını söyledi.

Daha sonra Gümrük Birliği’nin tarihsel gelişim süreci hakkında bilgi verildi.

Müzakere çerçevesini üç başlık altında toplanabileceğini belirten Cesar bunları ‘’yapısal sorunlar giderilsin’’,  ‘’Avrupa Birliği ile alanının genişletilmesi’’ ve ‘’gümrük birliğinin modernize edilmesi’’ başlıkları altında topladı.

Yapısal sorunların giderilmesi başlığı altında; üçüncü ülkelerle STA uyumu, karar alma mekanizmalarına Türkiye’nin de entegre edilmesi ve karayolu kotalarının kaldırılması sıralanabilir. Avrupa Birliği ile ticaret alanının genişletilmesi başlığı altında; tarım ticaretinin arttırılması, hizmet sunumu ve iş kurma serbestisinin iyileştirilmesi ve kamu alımlarının düzenlenmesi sıralanabilir. Gümrük birliğinin modernize edilmesi başlığı altında; fikri mülkiyet hakları ve anlaşmazlıkların halli mekanizmalarının güçlendirilmesi sıralanabilir.

Taraflar talep ettiği reformların ağırlığı farklıydı. Etki analizleri iki tarafça da yapıldı. Çalışmalarda Avrupa Komisyonu ile üst düzey teknik görüşmeler yapıldı. Kamu kurumları ve paydaşlar istişareler yaptı. Avrupa Birliği ile görüşmeler sürüyor, müzakere devam ediyor. Aktif ticaret politikası hedef olarak konuluyor.

Resmi müzakerelerin başlaması hususuna da değinen Mustafa Cesar bu konuda önemli bilgiler verdi. Cesar bunun Avrupa Komisyonu tarafından henüz onaylanmadığını, komisyonun teknik olarak baktığında olumlu tutum sergilediğini ve güncellemelerin iki taraf için de farklı olarak değerlendirildiğini söyledi. Fakat son raporda müzakereler yavaşladı. Yeni adım atılması öngörülmüyor. Müzakerelerin yeniden başlatılmasında Türkiye’nin insan hakları ve temel hürriyetlere dair atacağı adımların öneminin altı AB tarafınca çiziliyor. Son olarak Türkiye “Ticaret Bakanlığı hazır, AB konseyinin yeşil ışık yakmasını bekliyoruz” mesajı veriyor, denildi.

Durukan Payzanoğlu

Konuşmacılardan Durukan Payzanoğlu ‘’Değişim, Entegrasyon ve İş birliği’’ konulu konuşmasını gerçekleştirmek için kürsüye çıktı.

Değişim çağının mevcut yapıları sorgulattığı hatta tehdit ettiğinden söz eden Payzanoğlu, Endüstri 4.0 devrimi hakkında tarihsel bir çizelge sundu. Buhar gücü, toplu-seri üretim, bilgisayar ve otomasyonu takiben dördüncü devrim yaratan çağ olarak siber fiziksel sistemlerden söz etti.

Siber fiziksel sistemler aracılığıyla hesaplama kabiliyetinin arttığını belirten Payzanoğlu bu ivmenin artan bir hızla değişimi getirdiğini dile getirdi. Bunun haricinde Payzanoğlu tüketiminde bununla doğru orantılı olarak arttığına dikkat çekti.

“Değişim Girdabı” doğuşu ile bazı sektörler geleneksel oldukları için değişimden az etkilendi. Buna karşın medya, iletişimle ilgili diğer alanlar girdabın merkezinde (en çok etkilenenler oldu). Dijital değişimin etkisi küçük görüldü. Fakat finansal şokların daha yaygın olmasının sebebi bu durumla ilişkilendirildi. (Finansal şokların coğrafi dağılımının kolaylaşması.)

“Euro’nun sonu mu geldi? Aşırı sağın yükselişi devam edecek mi? İngiltere Avrupa Birliğinden tamamen kopacak mı?” “Milliyetçiliğin yükselmesi ile globalleşmenin sonu mu geliyor?” “Avrupa Birliğinin geleceği ne olacak?” gibi sorular son gelişmelerle daha da gündemde kalmaya ve daha bilinir hale gelmeye başladı.

Türkiye ulusal boyutta bazı uyum adımları attığını ifade eden Payzanoğlu bunlara örnek olarak da Merkez Bankası reformlarını gösterdi. Verilen örnekleri üç başlık altında toplayabiliriz:

Birinci olarak kurumsal dönüşüm, “Değişim içinde sürekli gelişim” sloganıyla yeniliklere hızlı ayak uydurma hedefi konuldu.

İkinci olarak teknik dönüşüm; Büyük veri (Big Data), Fintech (Finansal teknolojiler), telefonla anlık ödemeler gibi gelişimleri takip etmek ve gelişim süreçlerinde yer alma hedefi konuldu. Bunun yanında bu gelişmelerin yol açacağı hukuki problemler konusunda adaptasyon ve risk önleme mekanizmaları geliştirmek hedefleri konuldu.

Üçüncü olarak küresel iş birliği ile çok taraflı, bölgesel ikili ağlarda etkinlik hedeflenmektedir.

Durukan Payzanoğlu konuşmasını bitirirken ‘’geleceğin meslekleri insan ilişkilerini düzenleyen meslekler olacak öngörüsünün yaygın çevrelerce kabul görmeye başladığını’’ ve ‘’bireylerin de bu konularda duyarlı ve değişime açık olmalarının önemli olduğunu’’ söyledi

.

3. Panel ‘’Kültür, Kimlik ve Sivil Toplum’’

Doç. Dr. Ayşen Üstübici

Konuşmasına ilk olarak özgeçmişinin okunmasının ardından Ayşen Üstübici başladı.

Üstübici öncelikle 2000’li yıllarda, Avrupalılaşma sürecinde mülteci ve hak temelli sivil toplumun güçlendirildiğini belirtti.

Ardından ‘’Avrupalılaşmadan mülteci pazarlığında sivil toplumun dönüşümü’’ başlıklı sunumunda “göç diplomasisi” hakkında bilgi veren Üstübici göç diplomasisi kavramının kamu konusunun uluslararası ilişkilerin konusu haline gelmesidir dedi.

Bulunduğumuz zaman diliminin “Türkiye, Avrupa Birliği sınırlarını koruyor mu? Türkiye’ye vize serbestisi verilse kitlesel göçler olur mu?” sorularının gündemde olduğu bir dilimdir diyen Üstübici bu sorular haricinde İslamofobi, entegrasyon sorunu, emek piyasasındaki açık gibi başlıklar bu zaman diliminde oldukça gündemde olan başlıklar olduğunu ifade etti.

“Göç Yönetiminin Avrupalılaşması” konusunda yönetim değişimi AB’lileşme kavramının öne çıkmasını sağladığını belirten Ayşen Üstübici göç konusunda AB-Türkiye arasında düzenlemeler sınırlı ve yasal dayanaklarda boşluklar olduğunu kaydetti.

2011- 2012 arası dönemde sosyal dinamiklerdeki hareketlilik sivil iradeyi güçlendirdiğini ifade eden Üstübici Uluslararası Göç Komisyonu’nun Türkiye ile daha entegre olma yolunda adımlar attığını belirtti.

Bu dönemde Suriye İç Savaşından kaçarak gelen nüfusun da etkisiyle insan hakkı temelli göç yönetişimi yapılabilir mi sorusu yeniden gündeme geldi. Mültecilerin geri gönderilmesi için var olan merkezler hakkında insan hakları raporu yazıldı. Bu alanda çalışan ekipler ile devlet diyalog halindeydi. Uluslararası fonlardan faydalanıldı. Hatta mülteci geri gönderme merkezleri hakkında AİHM’ye gittiler. 2007’den itibaren yeni göç yönetişim modeli uygulanmaya başlandı. Bu dönemdeki süreç gözlemcilere açıktı. Bu bağlamda Avrupalılaşmadan söz edilebilir.

Avrupalılaşma nasıl göç diplomasisine dönüştü diye soran Üstübici Fas-İspanya sınırını ve Türkiye-Yunanistan arasındaki sınır hattını gösterdi. Yunanistan’ın AB’den aldığı fonlarla mülteci geçişini engellemek için tel duvar kurduğunu ifade eden Üstübici sürecin ilerlemesiyle Türkiye tarafı AB’yi Türkiye’yi göçmen çöplüğüne dönüştürmeye çalışmakla itham ettiğini belirtti.

Bu döneme kadar Avrupa göçmen geçişini bir mülteci krizi olarak değerlendirmiyordu. Ne zaman ki 2014-2015’te mülteciler AB’ye yürüdü, AB bunu kriz olarak nitelendirmeye başladı. Türkiye-AB ilişkileri kopma noktasına gelmişken, AB bu sürecin de etkisiyle tekrar masaya oturdu. 2016 yılında AB ve Türkiye Mülteci Mutabakatı yapıldı. Bu mutabakata göre, AB geri yolladığı her bir mülteciye karşılık bir mülteci kabul edecekti. Bunun yanı sıra AB Türkiye’ye mali yardım ve AB’ye gelecek mülteciler için vize kolaylığı vaat etmişti. Bu noktada, göç sürecinin insan hakları temelinden müzakereciliğe döndüğü ifade edilebilir.

Son olarak Ayşen Üstübici şunları söyleyerek konuşmasını bitiriyordu : ’’Türkiye mali yardım desteğini beklediği ölçüde alamadı fakat Türkiye’de tabandan gelen bir mülteci desteği vardı. Uluslararası sivil toplum Türkiye’ye geliyordu. Bu dönemde yeni destekleyici aktörler ortaya çıktı. 2005 sonrası Türkiye’deki sivil toplumun Avrupalılaşması insan hakkı temelinde sığınma hakkı, kanun yapımına katılım ve diyalog süreci ile pekişti. 2015 sonrası Türkiye’deki sivil toplumun daha da profesyonelleştiği öne sürüldü. Günümüzdeyse mülteci konusu hala çok kırılgan. Yeni mezunlar için yeni bir çalışma alanı olarak göç öne çıktı. Adeta bir kariyer alanı haline geldi. Mültecilerin yanı sıra STK’dakiler için de psikolojik ihtiyaç desteği doğdu.’’

Doç. Dr. Zeynep Alemdar

İkinci olarak Zeynep Alemdar konuşmasına başladı.

Zeynep Alemdar, kimlik ve kültür başlıklı konuşmasına kimliğin ve kültürün öğrenilen, performe edilen, inşa edilen kavramlar olduğunu belirterek başladı. AB’nin kültür ve kimlik inşasında değerlerimiz olarak ortaya koyduğu insan onurunun korunması, özgürlük, demokrasi, insan hakları savunuculuğu gibi başlıkların önemli bir paya sahip olduğunu belirtti. Bu değerler üzerinden mezhepsel ve coğrafi farklılıkları entegre etme hedefiyle hareket etti dedi. Bu entegrasyon kültürünün temelinin uzun savaşlar sonrası ortaya çıkmış olan Aydınlanma Çağı dönemine kadar dayandığını belirten Zeynep Alemdar, kültür tanımının kendine özgün ve kendini yenileyebilen bir yapısı olduğunu vurguladı. Diğer taraftan, bu uzlaşmacı yaklaşım kimi gruplarca bir dirençle karşılandı. Örnek olarak, bunun en son noktası olarak da değerlendirilebilecek olan Brexit süreci verilebilir.

Ardından Zeynep Alemdar, başta belirtilen AB değerleri ile Avrupa kimliği sınırlarında bulunan bazı ülkelerin politikalarıyla ilgili çelişkilere ortaya değindi. Macaristan başbakanı Viktor Orban’ın ülkedeki kadın çalışmaları bölümlerini kapattırması, Polonya’daki Hukuk ve Adalet Partisi’nin yargı bağımsızlığını sorgulatacak şekilde Ulusal Hâkimlik Savcılık Okulu’na karışmasını örnek veren Alemdar AB Adalet Divanı kararıyla 2018’de Polonya’da yeni Yargıtay Kanunu ile hukuk devleti ilkesinin Polonya’da korunmasına dönük bir adım atıldığını da ifade etti.

Alemdar Mülteci konusu da daha kapsamlı bir biçimde AB’nin kendi ilkeleriyle çeliştiği konu başlığı olarak nitelendirilebilir dedi.

Zeynep Alemdar, geldiğimiz noktada siyaset bilimi sözlüklerinin yenilenmesi gerektiğini çünkü yaşadığımız çağda teorik çerçevenin değiştiğini öne sürdü. Buna örnek olarak, geldiğimiz süreçte STK’ler pozitif kanısı siyaset bilimciler arasında yaygınken geldiğimiz noktada kimi STK’lerin ırkçılık ve ayrımcılık söylemleri etrafında birleştiğini de görebiliyoruz.

Ayrıca “antidemokrasiyle nasıl mücadele ederiz?” sorusunu ortaya attı. Avrupa’daki aşırı sağ partilerin İsveç’te, Finlandiya’da, Avusturya’da söylemlerinin güçlenmesine karşın dünyada iyi şeyler de olduğunu söyleyen Alemdar bunlara European Democracy Festival adlı, gençlerin Avrupa Parlamentosu ile düzenlediği bir etkinlikte “Organization” ve “Battle for your vote” adlı aşırı sağ karşıtı eserler ortaya koymasını örnek gösterdi. Bunun haricinde, AB’de “Güvenliği ve Hesap Verebilirliği Artır” adlı oluşumlar ortaya çıktı. Amerika’da genç kadınların parlamentoda oranlarını artırmadaki başarıları, İrlanda kürtaj hakkının kazanılması, Hindistan’da LGBTİ+ bireylerin anayasal meşruiyet kazanmaları gibi başlıkların STK’lerin sessiz ve azimli çabalarının sonucu olduğunu belirtti.

Leave a comment

Website Powered by WordPress.com.

Up ↑